General Musa Kundukhov’un Anıları ÜZERİNE


Öncelikle, kendimi içtenlikle ayıplıyorum!

Kendimi, atalarımızın bugünkü yerleşim yerlerine nasıl geldiklerini merak eden, yazması yoksa da okuması olan biri olarak gördüğüm halde, Türkiye’ye Çeçen göçünde en büyük kitleyi organize ettiği anlaşılan Kundukhov gibi birinin anılarını, üstelik bu anılar Türkçe olarak da yayınlanmışken, bugüne kadar okumamış olmak, benim için gerçekten büyük ayıp.

Bu ayıba, ayrıca, Türkiye’ye Çeçen göçünün nasıl gerçekleştiğini yeterince açıklıkla ortaya koyacak çalışmaların bugüne kadar yapılmamış olmasının ayıbından bana düşen pay da eklenmeli!

*

Kitaba dönülecek olursa, kitabın adına, “anılar”dan daha çok, anılardan seçmeler dense daha doğru olurdu, bence.

Kitabın girişindeki yayıncıların sunuşunu izleyen Alihan Kantemir imzalı “BİR KAÇ SÖZ” başlıklı yazıdan sonra, 14-97’inci sayfalarda asıl anılar kısmı var, sonraki 98-107’inci sayfalarda da mektup, rapor ve not başlıklı metinler.

Toplam 84 sayfalık anılar kısmında, biraz gözlem ve eylem, bolca değerlendirme, birkaç Kafkas hikayesi ve diğer bazı hususlar bulunuyor.

*

Değerlendirmeler elbette subjektif görüşler ve bunun böyle olması da, her değerlendirmede olduğu gibi, çok doğal.

Kitaptaki eylem kısmı ise pek fazla sayılmaz, anlatılan esas eylem Türkiye’ye 1865 yılında yapılan Çeçen göçünün organize edilişi, ve sanki, anılar da daha çok bu kısmı anlatmak için yazılmış, gibi!

Ancak, maalesef, kitapta bu esas konu hakkında pek ayrıntı yok, çok genel bir anlatım var, o kadar!

*

Anlatılanlara göre, Kundukhov 1818’de Osetya’da doğuyor, 1836’da Rus subayı oluyor, 1837’de Kafkasya gezisine çıkan Rus Çar’ına eşlik edip tercümanlık yapıyor, Rus-Kafkas savaşlarının yoğun olarak sürdüğü Şamil dönemi boyunca Rus ordusunda görevine devam ediyor, Şamil’in tesliminden sonra generalliğe yükseliyor, önce Oset, sonra da Çeçen mıntıka kumandanı oluyor, bu son görevinde iki buçuk yıl kaldıktan sonra Türkiye’ye yapılan Çeçen göçlerinden en büyüğünü organize edip kendisi de ailesiyle birlikte Türkiye’ye göçüyor, Türkiye’de Tokat’a yerleşip paşa oluyor ve 1889’da Erzurum’da ölüyor.

*

Tam filmlere layık çok romanesk bir yaşam değil mi?

Bence, romanlara ve filmlere konu olmalıydı!

*

Kundukhov’un göçe nasıl karar verdiğini anlamak da bence pek kolay olmamalı!

Kafkasyalılarla savaşın sürdüğü bir dönemde 25 yıl boyunca Rus ordusunda görev yapıp general rütbesine ulaşan Kafkas kökenli biri tam da savaşın bittiği günleri izleyen bir dönemde ekonomik durumu çok iyi ve görünür herhangi bir kişisel sorunu yokken ve bol bol ödüllendirilirken neden ülkesini bırakıp göç etmek ister?

Kundukhov bu nedeni, hükümetin birdenbire “Çeçenleri Terek civarına göç etmeye zorlamak” istemesi olarak açıklıyor.

Hem de birdenbire.

Çok zor bir karar olmalı!

Ve anlamak da o kadar zor!

Klasik deyişle, hayatın olağan akışına da uygun mu?

*

Belirtilen hususlar bildiğim kadarıyla pek tartışılmamış olmakla beraber, Anılar’ı yayına hazırladığı anlaşılan Alihan Kantemir’in aklına da benzer bazı sorular gelmiş olmalı ki konu hakkında savunma da yaparcasına şunları söylüyor:

“Musa generalliğe terfi ettirildi… 1860 da Musa, Çeçen halkının mülkiyet hakları ve siyasal özerkliğini kazanması koşuluyla kabul etti. Koşullar kabul edildi… sükunet meydana getirildi. Musa da… memnundu. Kendi formülü gerçekleşiyordu… Kundukhov ve Çeçen halkı ümitlerinin boşa çıktığının… farkına varmakta gecikmeyeceklerdi../…/ Musa… toprakların… Kazaklara verilmek üzere nasıl gasbedildiğini gözleriyle gördü./… / Musa bütün kudretiyle bu haksızlığa karşı savaştı, arada da raporlar gönderdi… hiç olmazsa… eşit bir arazi payı yapılmasını istedi./ Ne yaptı ise fayda vermedi… Musa… istifaya karar verdi./ Bu general… Rus düşmanı bir ihtilalci oldu… siyasi bakımdan hak verilmeyecek bir karar verdi… Türkiye’ye yerleşmek./ Diğer taraftan… Kafkasya’nın boşaltılması hakkında Haziran 1864 tarihli fermanı yayımlayan Petersburg efendilerinin ekmeğine yağ sürmüş oluyordu. İyi bir idareci ve kahraman bir savaşçı olan Musa burada aynı kudrette bir siyasi olmadığını gösterdi./ Ne karşı görüşlü dostları, ne düşmanları Türkiye’ye kaçışını desteklediler… Osmanlı hükümetinden Anadolu’da mıntıka mıntıka göçmenleri yerleştirmek fermanını alır almaz kitlece Türkiye’ye hicret lehinde propagandalara girişti… her iki taraf için de zararlı olan bu göçü tahrik eden Musa Kundukhov ne Türkiye’ye, ne Rusya’ya çalışmış sayılır; bir çıkarı olmadığı için de itham edilemez./ Mali durumu çok parlaktı ve Rusya’da kalsaydı daha iyi olurdu… Kafkasya’da geniş araziler önermişlerdi… kalanlar… “… biz müslüman kardeşlerimizin arasında yaşamak… istiyoruz” diye cevap veriyorlardı./ Musa Kundukhov Çeçenlere ve Kuşhalara da Türkiye’ye geçmeyi aşağı yukarı aynı sözleri ileri sürerek tavsiye ediyordu. Şu farkla ki: sonradan Türkler tarafından örgütlendirilmiş ve desteklenmiş bir göçmen ordusu ile tekrar gelerek iğrenç Ruslardan ülkeyi kurtarmayı ümit ediyordu./… Kundukhov ailesi (karısı… bir yaşındaki Bekir Sami, akrabaları ve aşağı yukarı 3000 hane kadar olan kabilesiyle) Kafkasyayı terkederek Erzurum yolu ile Türkiyeye geçti. Musa iyi karşılandı ve kendisine Paşa rütbesi verildi… 1877-1878 harbi… Musa Paşa’nın Kafkasya’ya tekrar gidip özgürlüğünü iade etmek rüyası da tamamiyle söndü.” (s. 5-13)

*

Bu ifadeler bence konunun anlaşılmasını kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştırıyor.

Öncelikle, söz konusu göçü hem Rusya’nın hem de Osmanlı’nın şevkle istediği ve bu göçün anılan iki ülkenin de yararına olduğu çok açık olduğu halde, tam aksini söyleyip, “her iki taraf için de zararlı olan bu göçü” demenin ne anlamı olabilir?

İkincisi, Kantemir’in ifadesinin aksine, Kundukhov ne “Rus düşmanı bir ihtilalci” olmuş, ne de “kaçmış”tır; Rusya ile anlaşarak göçmüştür.

Burada hemen doğru olmayan bu tür hususların ifade edilmesine neden ihtiyaç duyulduğu sorusu akla gelmektedir.

*

Kundkhov’un kendi anlatımında Ruslarla anlaşıp göç ettiği ve bir kaçışın söz konusu olmadığı açıklıkla ortaya konulmaktadır.

Kundukhov, bir tür savunma niteliğinde sayılabilecek konu hakkındaki anlatımına şu sözlerle başlıyor:

“ÖN SÖZ/… Rus… idare sisteminin ne kadar dayanılmaz olduğunu göstermek için, Rus baskısı altında ve feci koşullarda Kafkasyalıların ülkelerini terketmek zorunda kaldıklarını anlatmakla yetineceğim./ Benim gibi görevini içtenlikle ve gayretle görmeğe çalıştığı halde… kötüniyet altında tutulan ve hükümet için yabancı ve hatta tehlikeli sayılan bir kimse durumunun ne kadar güç olduğunu takdir eder. Mutluluğu rütbe ve nişanda görenler ise belki beni Rusların bol bağışlarına karşı nankörlükle Türkiye’ye geçmiş bir adam sayar… Ben bir asker olarak her ne kadar Çara ait idi isemde, bir insan olarak ulusuma ait olduğumu yadsıyamazdım. Bunun içindir ki asıl görevimin Rusların amansız bir mezaliminden kurtulmak için sefalet içinde ana yurdu terk ederek Türkiye’ye geçen yüzbin haneden fazla soydaşımın yanında olduğunu gördüm./ Aldığım ödüllere gelince, onları alnımın teriyle aldım… Aldığım görevleri… hakkıyle yerine getirdim./ Şamil’in tutsaklığından sonra, halkın günden güne daha fazla hakarete uğradığını… hissetmekle beraber, henüz iyi gelecekten ümitvarım. Halkın durumunda düzelme olanakları, hiç olmazsa milliyetini koruyabilme ümidi, işittiğim bütün acı sözlere rağmen, bana mevkiimi muhafaza etmeyi gerektiriyordu./ En sonunda maalesef yanıldığımı anladım. Mesleğimin de… mutluluğumu başkalarının felaketinde aramaktan başka bir şey olmadığını gördüm.” (s. 14, 15)

Sonrasında da, Türkiye’ye göç etmek isteyen Çerkeslere izin verilmesini, göçeceklerin çoğunu Çeçenlerin teşkil edeceğini ve bunun da ülkenin yatışmasını kolayca sağlamaya yarayacağını söyleyip ilgilileri kendisinin ikna ettiğini, bunun üzerine bu iş için gereğini yapmasının “emre”dildiğini, o aşamada bütün bu olanlardan henüz Çeçenlerin sözü geçen şeflerine söz etmemiş olmakla beraber kendi fikrinde olacaklarını hissettiğini, Türk hükümetiyle Çeçenleri kabul edip etmeyeceklerini görüşmek üzere istediği izni, pasaportunu ve yol harçlığı olarak bin ruble alıp haziran ayı içinde Tiftis’ten hareket ederek doğruca İstanbul’a gittiğini, Hariciye Nazırı Ali Paşayı ve Sadrazam Fuat Paşa’yı ziyaret ettiğini, çok sıcak karşılandığını, her sene Kafkasyalı 5000 müslüman ailenin gelmesinin memnuniyetle denilerek kabul edildiğini, Odesa üzerinden Vladikafkas’a dönüp durumu Rus yönetimine bildirdiğini, ayrıca bu göçü bir damla kan akmadan yapmak için göçmenlerin başına kendisinin geçmesi gerektiğini söylediğini, bu planı gerçekleştirmek için canını ve malını fedaya hazır olduğunu belirttiğini,1865 şubatının sonlarında Çeçenleri harekete hazırlamak emrinin geldiğini, anlatıyor. (s. 57-66)

Ve, ayrıca, 3800 desyatinlik verimli arazisi için 82.000 ruble alması gerekirken 45.000 aldığını, ilaveten fakir göçmenlere yardım için istediği 10.000 rubleyi az gören Rus yönetiminin kendisine 20.000 ruble daha verdiğini, yolculuk için de bütün kolaylıkları sağladıklarını, belirtiyor. (s. 67-71)

Bu durumda bir Rus düşmanlığından ve kaçıştan söz edilebilir mi?

Değilse Kantemir o sözlere neden ihtiyaç duyuyor?

*

Göç konusunda kitapta anlatılanlardan bir kısmı esas olarak böyle.

Bunlarda ve kitaptaki diğer bazı anlatımlarda, sanki fazlasıyla abartılmış ifadeler ve ayrıca bazı çelişkilerle maddi yanlışlar var, gibi geldi, bana, ve, dolayısıyla da, acaba, anlatılmak istenenden farklı bir şey mi algılıyorum, yoksa anlatılanlarda yanlış bir şeyler mi var, diye düşünür oldum!

*

Mesela, şu ifadeler makul sayılabilir mi?

Akşam oğlum İstanbul’a ne yapmağa gittiğimi sordu. Türkiye’ye gidip yerleşerek sonra Türklerin desteklemesiyle Kafkasya’yı kurtarmak hususunda fikirlerimi kendisine açtım. Zavallı çocuk bu sözlerimden o derece memnun oldu ki, kollarıma atılarak bu güzel fikrim için teşekkür etti.” (s. 62)

Bu planı gerçekleştirmek için canımı ve malımı fedaya hazır olduğumu…” (s. 64)

Cenabı Allah’a düzenli Türk ordularıyle tekrar sevgili Kafkasya’yı iğrenç düşmandan kurtarmayı nasib etmesi için, kan ağlayarak, yalvardım.” (s. 69)

Şayet bunlar makul sayılabilirse, Ruslardan iğrenirken yıllarca onlara hizmet edebilmek, nasıl açıklanabilir?

*

Bir husus daha var:

Kitapta Kundukhov’un İstanbul’a haziran ayında yola çıkıp geldiği belirtilmiş, ancak bunun hangi yılda olduğu açıklıkla ifade edilmemiş, anlatımın akışından bu gelişinin 1863 yılında olduğu anlamı çıkabiliyor, ne var ki, böyle kabul edilirse anlatımda bazı çelişkiler söz konusu oluyor, bu tarihin 1864 olduğu kabul edildiğinde ise, daha temel bir soru akla geliyor: 1864 yılında Kafkasya’dan Osmanlı’ya yoğun bir kitle göçü sürüp durmaktayken Kundukhov göç için Osmanlı’nın mutabakatını aramak üzere İstanbul’a gitmeye neden ihtiyaç duyuyor?

Ve, ayrıca, bu işi İstanbul’daki Rus temsilciliği neden yapmıyor?

Ve, şu ifade:

24 Ekim 1864 de Loris’ten, Vladikafkas’a… kendisini görmeye gitmem hakkında bir mektup aldım. Varır varmaz Loris, Grandükün İstanbul sefiri İgnatief’ten benim Türk hükümeti ile… gizli görüşmelerin ayrıntıları üzerine bir mektup aldığını ve Grandükün gülerek: “General Kundukhov’un Türkiye’ye gezisinden sefire bahsetmemekle kendisine kötü bir oyun oynadık” dediğini anlattı.” (s. 64)

Ruslar buna neden ihtiyaç duysunlar?

*

Kitapta anıların yayınlanması ile ilgili olarak şöyle bilgiler var:

“Çeviren: Murat Yağan, KAFKAS KÜLTÜR DERNEKLERİ YAYINI, Dizgi-Baskı: Eko Matbaası, İstanbul, 1978”

Arka kapak yazısına göre, kitap şu 5 Derneğin, Gölcük, İstanbul-Sultanahmet, Karamürsel, Kocaeli ve Sakarya Kafkas Kültür Derneklerinin ortak yayını imiş. (Ve ayrıca s. 4)

Çevireni var, ama hangi dilden çevrildiği yok, belirtilmemiş!

Yayıncıların sunuş yazısına göre de, “Eser 1957-1960 yıllarında Yeni Kafkas Dergisinde yayınlanmış, on sekiz tefrika devam etmiştir.” (s. 3, 4)

Kitapta yazar belirtilmemiş, ancak kitabın başlangıcındaki Alihan Kantemir imzalı “BİR KAÇ SÖZ” başlıklı yazıda, s. 5-13, “… harp ve ihtilallerden mucizevi bir şekilde kurtarılmış olan ve torunu Şevket Kundukh tarafından basılması için bize lütfedilen bu eseri, Kafkas tarihi için en kıymetli bir vesikadır./ Bu eser ve Musa paşanın oğlu sabık Türkiye Hariciye Vekili Bekir Sami beyle yaptığımız muhtelif mülakatlar, bize Kafkasya’nın en şayanı dikkat adamlarından birinin şahsiyet ve faaliyetini tanımak imkanını veriyor”, denilmektedir. (s. 5)

*

Bu bilgilere bakınca, keşke, kitapta anıların ne zaman, nerede, hangi dilde yazıldığı da belirtilseydi, iyi olmaz mıydı, diye akla geliyor!

*

Ve, kitap için, açıklayıcı olmaktan daha çok yeni sorular akla getiren bir yayın denemez mi?

*

18.2.2022

Cuma Bayazıt