Kuraklık ve hastalık bütün zamanlarda insanlığın baş belası olmuştur. Bunlardan kurtulmak için insanlar türlü çareler aramışlar, dualar, ritüeller ile kurtulmaya çalışmışlardır. Çok Tanrılı dinlerde yağmurun, fırtınanın birer Tanrısının olduğunu biliyoruz. Sümerlerde İşkur, Akadlarda Adad Fırtına tanrısı olarak bu işlerden sorumlu Tanrılardı. Hititlerde de yağmur duası geleneği olduğunu ve EZEN hewas (yezen=bayram, hewaş=yağmur) olarak isimlendirilen yağmur bayramının varlığını biliyoruz. EZEN hewas bayramının kelime anlamlarına Çeçen dili perspektifinden baktığımızda bir karşılığı olduğunu da görebiliriz. “Yezen”=kutsal değerli, kıymetli ve “hewaş”= sular anlamıyla ilişki kurulur bir yapıyı bize gösterir. Anadolu’da bu konuda farklı gelenekler vardır. Anadolu tarihine bakıldığında farklı uygulamaların varlığının normal olduğu anlaşılabilir. Anadolu’nun pek çok yöresinde yağmur yağdırma törenlerinde bez bebek bir sopanın ucuna takılarak gezdirilir. Kurçak, kourçak, kourşak, bebek olarak adlandırılan, bezden ve değişik maddelerden yapılan kuklalar, tapınılan tanrıların simgeleri olarak kutsal özellik taşırlar.(Mevlüt Özhan s.272) Anadolu’daki bu kabil uygulamaların benzerinin Çeçen kültüründe de var olduğunu görüyoruz. “kuoşkuli here a yu doğ deitil deli, hacıg bürtük şi’ bürtük dattınše yüküş” sözleri ve giydirilmiş kukla bu geleneğin ana temasıdır. Doğum yerim Çardakta bu sözler ile böyle bir geleneğin çocuklar tarafından gerçekleştirildiği bilinmektedir. Ancak “Kuoşkuli” geleneğinin benim çocukluğumda yapıldığını hatırlamıyorum. Bizden önceki kuşakların yapmış olduğunu bildiğim bir gelenektir. Hiç kuşkusuz diğer Çeçen yerleşimlerinde de bu gelenek gerçekleştirilmiştir. Konunun başlığını oluşturan geleneğin Aşağı boran köyünde de yapıldığını annemin anlatımından biliyorum. Çocuklar tarafından gerçekleştirilen bu gelenek şu şekilde icra edilir; ağaç bir gövde üzerine sarılan bez ve üzerine giydirilen kukla, on beş yaşından küçük çocuklar tarafından ellerine alınarak hane hane dolaştırılır ve yiyecekler toplanır. Bu yiyecekleri yumurta, kurutulmuş et, kavurma et, un, yağ, buğday, meyveler v.d sayabiliriz. Bu ritüelin aktörleri çocuklar yanlarında yumurtalar için sepet, yağ ve benzeri için kaplar, un, buğday gibi ürünler için torbalar taşırlar. Toplanacak her bir ürün için ayrı çocuk görevli olur ve yiyecekler o çocuklar tarafından taşınır. Çocuklar her geldikleri evde hep bir ağızdan “kuoşkuli herea yu doğ deitil deli, hacıg bürtük şii bürtük dattınše yüküş= kuoşkuli işte budur(buradadır), Tanrı yağmur yağdırsın, darının bir, iki danesi, yağ ve tortusu” diye bağırarak bu sözler tekrar ederler. Ev sahibesi ise yağ, yumurta, et, ekmek, yoğurt gibi ürünlerden gönlünden ne koparsa onu verir. Yağmur yağması için kuoşkuli’nin ve çocukların üzerine elindeki su dolu tastan su serper. Bu ritüel çocukların arzu ettiği evlerin tamamı ziyaret edilinceye kadar devam eder. Arkasından yaşlı bir büyüğün olmadığı, kendilerine kolay hizmet edilebilecek bir ev seçilir. Çocuklar hep birlikte o eve giderek ev sahibesinden yemekler yapmasını talep ederler. Ev sahibesi de toplanan bu yiyeceklerden, onların arzu ettikleri yemekleri yapar yedirir, çocukların memnuniyetini, mutluluğunu sağlar. Peki yağmur yağar mıydı? sorusunu sizin sorduğunuz gibi, ben de anneme tam bu kısımda sordum. Evet gerçekten de yağmur yağardı cevabı bana da ilginç geldi. Belki de çocukların masumiyeti ve yapılan yiyecek infakı rahmeti celp ediyordu.
HISTARKHMİ
Hıstarkhmi geleneği hastalıkla alakalı bir gelenektir. Bu sözcük tarihsel kadim bir sözcük olarak hıstarkh geleneği ile günümüze kadar gelmiştir. Böyle olmakla birlikte Hitit kayıtlarında da bu sözcüğe rastlayabilirsiniz. İstark/istarkiya-/istarak olarak Ahmet Ünal’ın Hititçe-Türkçe, Türkçe-Hititçe sözlüğünde yer alır(syf.237) Hitit katipleri aynı kelimeleri bazı kere “h” olmaksızın yazdıkları görülür. Okunuş itibarı ile Hititçe İstark sözcüğü “histarkh” olarak telaffuz edilebilir. Hem Hititçe hem de Çeçence hastalık anlamına gelir. Bu gelenek büyük ihtimalle çoğunlukla ateşli hastalıklar için olabilir. Yine bu gelenek Aşağı boran köyünde Çeçenler tarafından icra edildiğini, annem vasıtası ile öğrendim. Mutlaka hayattaki bazı yaşlılar, bu yazı ile birlikte, hastalık anında icra edilen bu geleneği hatırlayacaklardır. Gerçekleştirilen gelenek ile hastalığa yakalanmış hastanın iyileşeceğine inanılırmış. Yine bu geleneğin figürü de bir çocuktur. Çocuk belirlenen üç evin damına muhtemelen gece çıkar, bacasından aşağı bağırırmış; “bus dein hıst(d)arkhmi molkh hu du”=gece gelen hastalığın (ya da çocuk vasıtası ile hasta adına vekil olduğu için hastalığımın ki sonundaki “mi” ekinin buna işaret ettiğini söylemek mümkündür ) ilacı nedir? Eğer sadece ateş yükselmesi kastedilse idi “degir” kullanılması gerekirdi. Böyle olmadığına göre hastalık ya da ateşli hastalık kastedilmekte olduğunu düşünebiliriz. Bu soruya aşağıdan bacaya ev sahibesi bir yemek, bir yiyecek içecek ismini duyurmak için bağırarak söylermiş. Üç ev bu şekilde dolaşılır, yiyecek içecek ismi alınırmış. Muhtemelen hane sahibi ismini zikrettiği yemeği, yiyeceği hastaya yemesi için götürürmüş. Bu yiyeceklerin hastaya ilaç olması umulur ya da inanılırmış. Bu geleneklerin binlerce yıllık bir geçmişinin olduğunu düşünebiliriz. Bu tür gelenek ve kullanılan terimlerin tarihsel bir anlamının olduğunu söyleyebiliriz.
KAYNAKÇA
Kültür ve Turizm Bakanlığı 9. Milletlerarası Türk halk kültürü kongresi-Gelenek Görenek ve İnançlar- Yağmur ritüelinde simgeler ve büyü- Mevlüt Özhan-syf.272
Hititçe-Türkçe Türkçe-Hititçe Sözlük-Ahmet Ünal-2016
Kaynak kişi Bağdat Özdil