KUZEY KAFKAS SÜRGÜNÜ SADECE ÇERKES SÜRGÜNÜ VE SOYKIRIMI MI?


Amacımız kaynaklar itibarıyla gerçeklerin görülerek bundan böyle birlikteliğin tesisine temel oluşturmaktır. Birlikteliğin olmamasının nedenleri cehalet, enaniyet, kibir, kişisel menfaattir. Bazıları için payenin önemli olmasıdır. Onlar için efendisinin kim olduğu önemli değildir. Onlar için önemli olan bulunduğu toplumda kabul görmektir. Onlar için bu arzu her şeyin üzerindedir.

Çarlık Rusyası ile Osmanlı’nın ilk büyük savaşı 1676-1681 yıllarında yapılan Osmanlı-Rus Savaşıdır. Ancak Ruslarla yapılan savaşlardan beşini Osmanlı kazanmıştır. 1787 de Ruslarla yapılan savaşta mağlup olan Osmanlı Yaş anlaşması ile Kırımı Rusyaya terk etti. Rusların Güneye inme planları adım adım gerçekleşirken, Kırımı ilhakından sonra Rus Çarlığının gözü Kafkaslarda idi. Osmanlı Çerkes bölgesine Gürcü asıllı olduğu söylenen ve dindar bir kişiliğe sahip Ferah Ali Paşayı muhtemelen 1779 veya 1780’de Karadeniz kıyısında bulunan soğucak muhafızlığına atadı. (ET;23.05.2024- bkz Ferhat Ali Paşa ) Bu tarihten sonra Osmanlı Çerkes ilişkisi kurulmuş oldu. Ferah Ali Paşa oldukça ılımlı bir kişiliğe sahip birisi olarak bölge halkı tarafından sevildi. Ferah Ali Paşa, Batı Çerkeslerinden olan Şapsığlar ve onların bir uzantısı olarak daha kuzeyde, Anapa yöresinde yaşayan Natuhaylar arasında Müslümanlığı güçlendirmeye ve onları Ruslara karşı birleştirmeye çalışmıştır.Yöre halkı ile yakınlaşmayı geliştirmek için kendisi bir Şapsığ kızı ile evlendiği gibi maiyetini de bu yolda teşvik etmiştir. Ayrıca, 1783’te Kırım’ın Ruslar tarafından ilhak edilmesi üzerine ülkesini terk eden Müslüman Nogay ve Tatar sığınmacıları Anapa’ya yerleştirdiği, Osmanlı hamamları ve camiler inşa ettirerek, Anapa’yı bir Müslüman kenti haline getirmeye çalıştığı da bilinmektedir.(kaynak yukarıdaki bağlantı wikipedia) Osmanlı’nın bu hareketinin Kafkasları Ruslara karşı örgütlemek olduğu görülmektedir. Anapa gerçekten de Rus-Türk ilişkilerinde çok önemli bir rol oynamış, Türkler ile Müslüman dağlılar arasındaki ilişkilerin en önemli noktası olmuştur.
(bakınız). Osmanlıların izlediği strateji bu defa doğru bir temele oturmuştur. Ferah Ali Paşanın ölümünden sonra onun izlediği politikalar halefleri tarafından izlenememiştir. Asıl burada yapmak istediğimiz tarihsel bir tespit var. Osmanlıların izlediği yanlış politikalar Rus knezliğinin ve oluşan Çarlık Rusyası’nın önünü açmıştır.1479 yılında Osmanlı Türkleri ile Kırım Tatarlarının Çerkes topraklarına ilk ortak seferi gerçekleşti. Türk garnizonlarının kaldığı Kopa ve Anapa kalelerini ele geçirdiler . Pek çok Çerkes esir alındı ​​ve köle olarak satıldı. Kırım Hanlığı’nın kurulmasından sonra daha sık hale gelen, köle ve ganimet ele geçirmek amacıyla Kırım hanları ve onunla ittifak kuran Nogaylar tarafından yapılan düzenli baskınlar devam etti.1768-1774 Rus-Türk Savaşı’na kadar değişen yoğunluklarda” (bkz: Kabardey’e yapılan Kırım Nogay Baskınları) bu baskınlar yapılmaya devam etmiştir. Bu baskınların bir önemli nedeninin köle ticareti olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bunun hangi boyutlara ulaştığını bilmiyoruz. Geçmiş binlerce yıla baktığımızda savaşların bir ticari sektör gibi işlediğini görürüz. Bu riski olmakla birlikte başkalarının mallarını kolay yoldan ele geçirmenin bir yolu olarak görülmüştür. Ele geçirilen insan unsurunu yine finansal bir meta olarak değerlendirilmesi tarihsel olarak varlığını devam ettirmiş, biçim değiştirerek günümüzde de devam ettirildiği söyleyebiliriz. Kırım Tatarlarının bu köle ticareti 16. yüzyılda zirveye ulaşmıştır. 18. yüzyıla geldiğimizde ise Osmanlı ve Kırım Tatarları için her şeyin geç olduğu anlaşılır. Belki de bu hukuksuz ve adaletsiz bazı eylemler Rus çarlığının önünü açmış ve Kırım Tatarları da böylelikle kendilerini bitirmiş Osmanlı da öngörüsüz politikalarla Rusların Doğu Anadolu’ya kadar sarkmasına sebep olmuştur. Rusların Gümüşhane ve Bayburt’a kadar sarkmasını ise yüz yıl geciktiren Çeçen Rus savaşları olmuştur.
Çerkeslerin İslam ile tanışmaları Ferah Ali Paşa Anapaya geliş tarihinden sonra başlar. Çerkeslerin Hanefi mezhebine mensup olmasının nedeni de budur. Kafkaslarda yer alan Çeçenler, Avarlar ve Lezgilerin İslam ile tanışmaları daha erken dönemde olup, Şafi mezhebine mensupturlar. Kafkasya’da yaşayan Şapsığ, Adige, Kabartay, Abaza, Abzek, Çeçen, Avar, Lezgi gibi dilleri farklı olmakla birlikte Kafkas dil ailesine mensup etnik unsurların birlikte ve örgütlü hareketinin olmaması savaşın sonucuna etkisi olduğunu söyleyebiliriz.
Rus Çarlığı “1714 yılında I. Petro Kafkasya’yı işgal planı kurdu. Bu planı uygulamaya koyamasa da, işgalin gerçekleşmesi için politik ve ideolojik temeli attı. II. Katerina, bu planı uygulamaya koymaya başladı. Rus ordusunu, Terek Irmağı kıyılarına konuşlandırıldı.[104] Rus güçlerinin bu dönemde Terek kıyılarına konuşlandırılması planlı hareketin başlangıcı idi.
(ET;23.05.2024- bkz Çerkesler) 1763 yılında Rus İmparatorluğu Çerkesya işgalini başlattı.
Rusya’nın güneye ve doğuya doğru yayılma süreci -sanılanın aksine- gelişigüzel ve kontrolsüz bir şekilde gerçekleşmemiştir. Bu süreç; Rusya’nın sınır boyundaki halklar üzerine planlı bir şekilde ilerleme, toprakları ekip biçme ve iskân etme, kendine bağımlılık yaratma, yeni ele geçirilen halkları ehlileştirip algılarını değiştirme, Ortodoks Hristiyanlığa geçirme ve son olarak onları imparatorluk muhitine dâhil etme politikalarıyla devam etmiştir[1] Güney Kafkasya’da Gürcülerle ittifak ÿapan Rusya için bu ittifakın ehemmiyeti anlaşılabilir. Askeri açıdan bazı hatların varlığı araştırmacı veya akademisyenler tarafından incelenmiştir. Bu hatlar üzerinde Rusların yaptığı çalışmalar stratejik bir temele dayalı olduğu görülür. Rus Kazaklarının Terek hattı boyunca yerleştirilmesi planmanın bir parçası idi. Tabiki yapılan kale veya askeri inşaatlar askeri başarıyı amaçlayan planlı uygulamalar idi.
Rusların bölge halkına Hristiyanlığı yayma çabası din birliği üzerinden müttefikler oluşturmaya dönüktür. Bu çabasında başarılı olduğu söylenebilir. 1759’da Küçük Kabardey hâkimlerinden Kurgok Konçakin vaftiz olduktan sonra Rusya tarafına geçti. Onunla birlikte Hristiyanlığı kabul eden bazı Osetler ve Kabardinler, Mozdok civarına yerleştirildiler. Böylece ilk dağ Mozdok Kazak takımı kurulmuş oldu. (https://belleten.gov.tr) Böyle olmakla birlikte Kabardeylerin bir bölümünün Kumuklarla birlikte Çeçenlerin yanında Rus Kazakları ve Rus askeri güçlerine karşı savaştıkları bilinir. Kabartayların Rus münasebetleri konusunda bölünmüş yapısı tarihsel süreçte dikkat çeker. Öyleki Türk-Rus savaşında Kabartayların Kırım Tatarları ve Türklerle birlikte savaştıkları görülür. 1762-1775’e kadar Kafkas hattını Kafkas Savaşı adlı eserinde incleyen Vasily Potto Terek hattı konusunda şunları söyler; “Anna Ioannovna’nın ölümünden Büyük Catherine’in tahta çıkışına kadar Rusya’nın Kafkasya’daki tüm eylemleri yalnızca Terek Hattı’nın savunmasıyla sınırlıydı. Bununla birlikte, St.Petersburg’da, o zamanlar Grebensky, Kizlyar ve Terek ailesi Kazakları tarafından korunan bu uzak hatta neler olup bittiğini bile bilmiyorlardı ve bu arada, üç zayıf Kazak birliğinin delice cesarete ve insan üstü güce ihtiyacı vardı. Tavlinsky, Çeçenler, Kumuklar ve Kabardeylerin ortak çabalarına karşı mücadele için her adımın atılması ve kanla savunulması gerekiyordu ve bu Kazak kanının büyük bir kısmı, Tavlin ve Çeçen kılıçlarının darbeleri altında eşit olmayan savaşlarda kendi ana sınırlarını savunmak için döküldü.” https://www.litres.ru/book/vasiliy-potto/kavkazskaya-voyna-tom-1-ot-drevneyshih-vremen-do-ermolova-174791/chitat-onlayn/page-4/ Her ne kadar yazar Çeçen güçlerinin bu ölümcül hareketini “eşit olmayan bir savaş olarak” nitleyerek teryüz etmeye, küçültmeye çalışsa da bütün tarih boyunca Rus güçleri ve Çeçen güçleri arasındaki eşitsizliğe kimse vurgu yapmaz. Ruslar tarafından mozdok hattının tahkim çalışmaları kapsamında mozdok kale karakolu inşa etmesi ve Osmanlı devletinin de endişelenmesine sebep olmuştur. “Gerçek şu ki, Rus hükümeti, Belgradda Türkiye ile yaptığı anlaşmaya dayanarak Mozdok’u Kabardey toprakları dışında değerlendirdi.” https://www.litres.ru/book/vasiliy-potto/kavkazskaya-voyna-tom-1-ot-drevneyshih-vremen-do-ermolova-174791/chitat-onlayn/page-4/
Gerçi Osmanlı devletinin diplomatik bir çıkışın ötesinde yapacağı bir şey de yoktu. Zaten Osmanlı devletinin Rusların Kafkaslardaki hareketlerine doğrudan bir teması, karşı karşıya gelişi görülmez. Mozdok hattı için Vasily Potto şunları söyler; “Böylece Catherine’in saltanatının ilk günlerinden itibaren Kafkasya meseleleriyle ciddi bir şekilde ilgilenmeye başladığını ve Mozdok’ta yaptığı şeyin uygulanması tam bir yüzyıl ve milyonlarca yıl gerektiren o büyük programın yalnızca başlangıcı olduğunu görüyoruz. Maddi fedakarlıklar ve manevi çaba. Kochokin’in çok mutlu ve zamanında önerdiği bir fikir. zamanla muazzam boyutlara ulaştı ve Mozdok kurulduğunda neredeyse hiç kimse Kafkasya’nın fethi için temel taşını attığımızdan şüphelenmedi.”(ET;23.05.2024, https://www.litres.ru/book/vasiliy-potto/kavkazskaya-voyna-tom-1-ot-drevneyshih-vremen-do-ermolova-174791/chitat-onlayn/page-4/ )
İşte tamda bu sıralarda İmam Mansur ortaya çıktı. Kökeni hakkında bir çok ipe sapa gelmez hikayeler uyduruldu. Oysa doğduğu yer Çeçenistanın Aldi köyü, Çeçence Tayp olarak ifade edilen mensup olduğu klan ise Elistanhoy’dur. Asıl adı Uşurmadır ve Mansur ismini rüyasında gördüğü Peygamber vermiştir. Mansur’un ortaya çıkışı Rusları endişelendirdiği gibi Osmanlıyı hem merak hem de endişeye sevk etti. Olayın mahiyetini bilmiyordu ve öğrenmek maksadıyla “bu söylentiler İstanbul’a ulaşınca Abhazya prensi Keleş Bey Çaçba olayı araştırması için Osmanlı hükûmeti tarafından görevlendirildi.[12] Çerkesya’da bulunan Ferah Ali Paşa’da Şeyh Mansur ile görüşmesi için bir adamı gönderdi.12 Çeçenlerin[6][7] Elistanjhoy boyundan olan Uşurma,[8][9][10][11] Çeçenistan’da doğdu ve Aldi köyünde büyüdü. Çocukken Kur’an’ı baştan sona ezberledi ve hafız oldu.[12] Daha sonra eğitim için Dağıstan bölgesine gitti ve bir medreseye kaydoldu.[13] Burada o sırada Rus işgaline karşı çıkan Nakşibendi hareketine katıldı.[12] 1784 yılında eğitimini tamamlayarak saygın bir din alimi olarak Çeçenistan’a döndü. Çeçenistan’da İslam’ı vaaz etmeye başladı. Aldı Camii’nde imamlık yaparak vaaz ve hutbelerinde tüm Kuzey Kafkasyalıların birleşerek Rusya’ya karşı çıkmaları gerektiğini söyledi.[12] ]
Mansura ait yerel güçlerin aktif hareketleri başlamış oldu. Mansura ait güçlerin, Mansur dönemine denk gelen 1787-1792 Osmanlı-Rus Harbi sırasında Mansurun Anapa istikametinde gelişen Rus taarruzlarını büyük bir cesaretle geri püskürtmüş olmaları Osmanlı ordusu hesabına büyük bir hizmet olmuştur.(40)(40) A. Zelkina, In Quest for God and Freedom…, s.63-71; B. Batırhan, “Şeyh Mansur”, s.7-8; T. Kutlu, İmam Mansur, s.50-54.(https://ebedbizimdir.com/2019/08/10/osmanli-istihbarat-agi-ve-imam-mansur/)
( https://tr.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eeyh_Mansur)Mansûr’un yanında Avar, İnguş, Çeçen ve Kabartaylar’dan oluşan birlikler bulunuyordu. (https://islamansiklopedisi.org.tr/seyh-mansur) Mansur’un Kabartay bölgesine gittiği ve kendisinden etkilenen Kabartayların Müslüman oldukları bilinir. Mansur Çerkesler arasında kabul gördü, onlara liderlik etti ve burada bir taban oluştu. Mansurun bir dizi başarılı askeri faaliyetleri oldu. Başarılar elde etti.Mansur, 15 Temmuz 1791 tarihinde, Anapa Kalesi’ni Rus birliklerine karşı İpeklizâde Köse Mustafa Paşa ile birlikte savunurken yaralanmış ve onunla birlikte Ruslara esir düşmüştür. Petersburg’a götürülmüş ve tedavisinden sonra Çariçe II. Katerina ile görüşmüştür. 15 Ekim 1791 tarihinde ise Şlisselburg Kalesi’ne hapsedilmiştir. 10 Ocak 1792 tarihinde Osmanlı ve Rusya imparatorlukları arasında imzalanan Yaş Antlaşması’ndan sonra Petersburg’a özel elçi olarak gönderilen Mustafa Rasih Paşa, esirlerin mübadele işleri sırasında Mansur’un da Osmanlılara teslim edilmesini istemiştir. Ancak “Mansur’un Osmanlı tebaası değil bir Çeçen olduğu ve uzun yıllar kendilerine karşı eşkıyalık yaptığı, bu nedenle idam cezasına çarptırıldığı, ancak sonra af edilmişken hapiste muhafızını bıçaklayıp nöbetçi askerin üzerine kama ile hücum ettiği ve tüm bu nedenlerden dolayı da serbest bırakılmasının mümkün olmadığı” türünden gerekçelerle Osmanlıların çabaları Rus makamlarınca neticesiz bırakılmıştır. Mansur, esaretinin devam ettiği 13 Nisan 1794 tarihinde ise hayatını kaybetmiştir. (41)(41) K. Kaflı, Şimalî Kafkasya, s.86-87; B. Batırhan, “Şeyh Mansur”, Kafkasya, C.I, S.7, Başnur Matbaası, Ankara 1965, s.21-22; V. Güsar, “Uşurman-Şeyh Mansur, 1722- 1749”, s.9. İmam Mansur’un Ruslarla olan mücadeleleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. Moshe Gammar, The Lone Wolf and the Bear: Three Centuries of Chechen Defiance of Russian Rule, India 2006, s.17-60.(https://ebedbizimdir.com/2019/08/10/osmanli-istihbarat-agi-ve-imam-mansur/) Onun bir Kafkas birliği oluşturma çabalarının bütünüyle karşılık bulduğunu söyleyemeyiz. Mansurdan sonra İmamat döneminin başladığını görürüz. Bu dönemi anlatan oldukça fazla sayıda eser mevcuttur. Sonuç itibarıyla Şamilin 1859 yılında mücadeleyi noktalaması ile Kuzey Kafkasya’da büyük oranda mücadele bitmiş sayıldı. Oysa Çeçenistanda bu tarihten sonrada çatışmalar devam etti. Bu çatışmalar 10 yıl civarında sürmüştür. Daha sonraları Abrek Çeçen Zelimhan Rus varlığına karşı mücadele etmiştir.Yani Çeçenistanda mücadele hiç bitmemiştir. O dönemde geçen şu anlatı Çeçen annelerin çelik yüreklerini göstermesi bakımından önemlidir; “Ertesi sabah İbrahim ayrılmadan önce oğluna yemek ve su veren, onu dinlendiren anne, sanki istemeden ona sordu: “İbrahim, gerçekten savaşta saklanıyor musun? Yoldaşlarınız ölüyor, yaralanıyor ama bunca zaman boyunca bir çizik bile yaşamadınız.”
Anne elbette oğlunun zarar görmesini istemiyordu ama oğlunun onuru için ölümcül derecede korkuyordu ve yoldaşlarının gözünde düzgün görünüp görünmediğinden endişeleniyordu. İbrahim ünlü bir atlıydı, Abrek Zelimhan’ın en yakın arkadaşlarından biriydi ve Kızılyar Bankası’nın ünlü soygunu da dahil olmak üzere birçok sıkıntıda yanındaydı. Annesinin sözleri ruhunun derinliklerine işlemiş ve gururunu incitmişti. Ve aynı gün, Tsatsan-Yurt yakınlarındaki savaşta, savaş birliklerinin ana güçleri geri çekildiğinde, ilerleyen düşmanları karşılamak için tek başına tüfekle dışarı çıktı ve midesinden bir kurşunla vurularak düştü. Arkadaşları onu savaş alanında bırakmadılar, ata bindirip özenle eve götürdüler. Ancak Marzoy-Mokhk’a birkaç kilometre uzaklıktaki Niki-khita köyüne ulaşan yaralı adam, savaş alanında ölmeye mahkum değilse, o zaman ölümü kabul etmek istediğini söyleyerek kategorik olarak daha ileri gitmeyi reddetti. En azından Allah’ın huzuruna layık bir savaşçı-şehit olarak çıkmak için kalmayı istedi.
Köyün eteklerinde büyük bir yabani armut ağacının altında durduk, burkamızı serdik, İbrahim’i yere yatırdık ve sonucu beklemeye başladık. Sadece iki gün sonra, böylesine arzu edilen bir ölümün çoktan geçmiş olduğunu düşünen büyükbaba, eve götürülmesine izin verdi. Ağır yaralı adam eve taşınırken, onunla karşılaştığında annesine şöyle dedi: “Peki Nana, oğlunun arkadaşlarının arkasına saklanmadığına artık ikna oldun mu?” Anne buna şöyle cevap verdi: “Daha önce bundan şüphem yoktu, sadece cesaretini desteklemek istedim.”
İki gün sonra öldü.Çeçenlerin Çarlık Rusya’sının üstün güçlerine karşı bu kadar uzun ve şiddetli direnişinin nedeni bu tür onur ve özgürlük kavramlarıydı. Tüm umutlar tükendiğinde, tüm direniş olanakları tükendiğinde bile dağlılar savaşmaya devam etti. Bazıları teslim olma ve özgürlüklerini kaybetme olasılığını hayal bile edemedikleri için sürgüne gitmek zorunda kaldılar. M.Yu bunun hakkında böyle yazdı. Lermontov’un “İzmal Bey” şiirinde:

“Ama babalarının küllerini bırakıp
gönüllü sürgüne gitmelerine,
çöllerde yabancı aramalarına ne sebep olabilir ?
Ve şiddet ve mezar korkusu onları kendi bozkırlarından
uzaklaştıramadı
zincirlerin utancını
düşman güçleri onlara taşıdı…”

İkincisi, Çarlık hükümeti, dağlık bölgelerde yaşayanların Kuzey Kafkasya dışına toplu olarak yeniden yerleştirilmesiyle de ilgileniyordu.
Kafkasya dağlılarının Türkiye’ye tahliyesi resmi olarak 1862 yılında Kafkas Komitesi’nin dağlıların yeniden yerleştirilmesine ilişkin Kararının onaylanmasıyla başladı. 1865’e kadar yeniden yerleşim çok büyük değildi ve kötü organize edilmişti, ancak o zamana kadar 19 bine kadar Çeçen zaten yeniden yerleşmişti. Çarlığın bu doğrultudaki temel hedefleri şunlardı: 1) bölgeyi “güvenilmez sakinlerden” kurtarmak; 2) dağ nüfusunu fiziksel ve ruhsal olarak zayıflatmak; 3) Kazaklara toprak tahsis edin, Orta Rusya’dan gelen göçmenlerin ve Türkiye’den gelen Hıristiyanların yeni yerleşimlerine yer açın. 1861 reformları sonucunda toprak sıkıntısı çeken köylüler, Kuzey Kafkasya’nın kurtarılmış topraklarına taşındı.
Prens Baryatinsky, Savaş Bakanı’na yazdığı mektubunda, “asi” dağlıların yer değiştirmesinin ekonomik ve politik fizibilitesini savundu ve böylece yönetime “tarım sorununun çözümünü kolaylaştırma” fırsatı verilmesini önerdi.
Terek bölgesi başkanı Zolotarev de Dağlıların Türkiye’ye tahliyesinin destekçisiydi. Örneğin, “100 Çeçen ailenin Türkiye’ye çıkışı bizim için bir rahatlama olacaktır” diye yazdı.
Kafkas Ordusunun sol kanadının komutanı General Evdokimov, Çar’a, Çeçenler arasında “acilen Türkiye’ye sınır dışı edilmesi gereken” pek çok “zararlı” insanın bulunduğunu yazdı.
İşte yerel makamlardan Harp Bakanı’na gönderilen bir başka mektup:
“Sadece fanatizme kapılan veya herhangi bir nedenle hükümetimizden memnun olmayan kişilerin topraklarını terk edip sonsuza kadar Türkiye’ye taşınacağını ve dolayısıyla insanların Sadakat konusunda güvenilmez, hatta zararlı olan bu kişilerin sınırlarımızdan sonsuza kadar uzaklaştırılmasının bizim için son derece faydalı olabileceğine inanıyorum ve bu nedenle “hiçbir yerlinin Türkiye’ye taşınmasına engel olmamak” kanaatindeyim. Yeniden yerleşimi düzenleyen generaller Loris-Melikov, Kundukhov ve diğerleri de aynı görüşteydi.
“Çarlık hükümeti böylece dağlı nüfusun en tehlikeli kısmını Türkiye’ye sürerek, dağlıların ulusal kurtuluş hareketini zayıflatmayı, Kafkas Savaşı’nın sonunu hızlandırmayı ve dağıtılmak üzere önemli miktarda toprak fonu elde etmeyi amaçlıyordu. Kazaklar, Rus toprak sahipleri, subaylar, dağ feodal soyluları ve böylece konumumuzu güçlendiriyoruz.” Hatta Çeçenlerin Türkiye’ye kitlesel göçüne yönelik gizli ajitasyon ve örgütlenme bile vardı. Uzun zamandır uğraştıkları şeyi, yerel halkın İslami dünya görüşünü araç olarak kullandılar.
Kafkas Ordusu’nun ana karargâhında, dağlıları Türkiye’ye göç etmeye kışkırtan bildiriler hazırlamaktan, bunları Türkçeye tercüme etmekten ve güya Türkçeymiş gibi halk arasında dağıtmaktan çekinmediler. Bunlarda Çeçenler arasında anavatanlarını terk etme isteklerini teşvik eden çeşitli söylentiler yayıldı. Çarlık hükümetinin askerlik kuracağı ve Müslümanları Hıristiyanlaştıracağı söyleniyordu. Bu provokatif eylemlere Çeçenya’nın bazı ünlü isimleri de katıldı… Arşiv, saygın Çeçen naib Saadula’nın açıkça çarlık ajanı olarak adlandırıldığını gösteren belgeler içeriyor. O ve halkı, tek bir Çeçen’in bile bir parça toprak alamayacağı, tüm gençlerin askere alınacağı, Müslüman dininin yakında yasaklanacağı ve herkesin Hıristiyan olacağı yönünde provokatif söylentiler yaydı. Bu durumdan kurtulmanın tek yolunun dağcılara yardım, toprak ve diğer faydaları vaat eden Türkiye’ye taşınmak olduğunu söylediler.Dağlıların Türk İmparatorluğu’na yeniden yerleştirilmesinin en yoğun süreci 1864-1865’te gerçekleşti. Büyük Dük Mikhail Nikolaevich, 1864 yazında Konstantinopolis’te kaldığı süre boyunca Çeçen bölgesi başkanı Tümgeneral Musa Kundukhov’a (İslam’ı kabul eden bir Osetyalı) Türk hükümeti ile söylenmemiş bir anlaşma yapması ve bu konuyu tartışması talimatını verdi. Çeçen nüfusunun bir kısmının yeri değiştiriliyor. Kundukhov müzakereler yaptı ve beş bin Çeçen ailenin yeniden yerleştirilmesi için Türk tarafının onayını aldı.
General Kundukhov o dönemin olaylarını şöyle değerlendirdi: “1865 Şubatının sonunda General Loris (Ermeni), Çeçenlerden bazılarını tahliyeye hazırlamak için emir aldı. Hemen beni bu konuda bilgilendirdi ve göç etmem için resmi izin verdi. Hemen dağın ileri gelenlerini topladım ve onlara yeniden yerleşim planımı önerdim. Onlara Kafkasya’yı terk edip Osmanlı devletine taşınmanın daha iyi olacağını anlattım. Orada Rusya’ya karşı savaşta kaybedilen toprakların benzerlerini alamasak bile, yine de daha iyi yaşayacak ve ilk fırsatta Osmanlı Devleti’nin yardımıyla Anavatanımızı işgalcilerden kurtarmaya hazırlanacağız. Ancak orada bulunanlardan bazıları, kendi topraklarını terk etmektense savunurken ölmeyi tercih edeceklerini söyledi.
Anavatanlarına dönmek zorunda kalacak gelecek nesilleri asimilasyondan kurtarmak için onlara gelecekteki yerleşim yerlerini bulmayı kendime görev saydım. Ben de Müslüman olduğum için böyle bir devlet olarak Osmanlı Devleti’ni seçtim.
25 Mayıs 1865’te ailem ve akrabalarımın da bulunduğu ilk grup yola çıktı. Üç bin aileden oluşan bu parti benim tarafımdan hazırlanıp gönderildi. İkincisini Naib Saadulahi’nin gözetimine bıraktım. Dağlıların göçü yaygınlaştı ve Kuzey Kafkasya’daki Müslüman din adamları ve ilahiyatçılar arasında ciddi endişelere neden oldu. https://v-grozny.narod.ru/06/history.htm
Rusya bir taraftan göçleri daha doğrusu sürügünün her yönüyle bütün koşullarını oluştururken, Kafkasya’dan göçe paralel olarak Çarlık hükümetinin aktif olarak desteklediği Kafkasya’ya göç süreci de yaşandı. Asya Türkiye’sinden gelen ve Slav kökenli olmayan tüm istekli Hıristiyanların Kafkasya’ya taşınmasına izin verildi.
Böylece Rusya, Kafkasya’nın Hıristiyanlaştırılması ve kendi yapı ve düzenlerinin tanıtılması için kendisi için iyi bir temel oluşturdu.(https://v-grozny.narod.ru/06/history.htm)
OSMANLI ÜLKESİNE GÖÇ PROPAGANDALARININ ASIL AMACININ GEREK KUZEY BATI KAFKASYA, YANİ ÇERKES BÖLGESİNİN, GEREKSE KUZEY DOĞU KAFKASYA BÖLGESİNİN PASİFLEŞTİRİLMESİ OLDUĞUNDA HİÇ KUŞKU YOKTUR. Bu propagandaların bölgesel anlamda bazı veçheleri vardır. Ama öncesinde Rus hükümeti tarafından alt yapısı oluşturulan bir dizi ceza kanunları vardır ki halkın bununla birlikte işbirliği yaptığı Çerkes veya Kuzeydoğu bölgesindeki Çeçen, Oset işbirlikçileri vasıtasıyla göç propagandaları dini temele oturtularak gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu hareketlerin 20. yüzyılda küresel sistemin yapılandırılma planlarından vareste olmadığını görmemiz gerekir.. Zira oluşturulan iki kutuplu dünya düzeni ki sözde birbirleri ile çatıştıkları gibi bir yansıtılmanın gerçek dışı olduğunu ve dünyanın kimin tarafından idare edildiğinin günümüzde açıkça görüldüğü bir sürece işaret etmek isterim. “Çeçenya: Cehennemin Çemberleri İçinde” kitabında sunulan ve Çeçen halkının yer değiştirmesi ve sınır dışı edilmesi” (Moskova-Saratov, “Aquarius”, 2003). Çalışmasının yazarları siyaset bilimci, Tarih Bilimleri Doktoru, Profesör Musa Ibragimov ve Tarih Bilimleri Doktoru, Profesör Movsur Ibragimov’un kaleme aldığı eserden alınarak
Veçerniy Grozniy gazetesi no:6 ile yayınlanan bölümde oldukça değerli tespitler olmasına karşın “Muhacirlik” olarak adlandırılan bu dramın “senaryosu” baştan sona iki imparatorluğun jeopolitik çıkarları doğrultusunda tasarlandı.”(https://v-grozny.narod.ru/06/history.htm) şeklindeki cümle aslında daha büyük resmi görmemmizi engeller. Zira Osmanlı eski Osmanlı değildir ve yönetime kümelenen ihanet şebekelerinin elinde yeni dünya düzenine evrilmeye çalışılan, sürekli gerileyen bir devlettir. Osmanlı imparatorluğundan doğan onlarca devletin hangi dünya düzeninin eseri olduğu ise ortadadır. Bu dünya düzeninde ise göç eden Çerkeslere, Kuzey Kafkaslılara ise övünülecek şeyler aramak kalmıştır. Göçe zorlanan Çerkeslerin sayısal olarak fazla göç ettirildiği anlaşıldığında göçün Ruslar tarafından durdurulduğunu görmekteyiz.Bu ise geleceği planlanlayanların Çerkeslerin sonraki zamanlar bakımından kendi lehlerine gerekli oldukları gerçeğinden kaynaklanır. Hatta 1970 li yıllarda dönüşçüler hareketi olarak bilinen Çerkes derneklerinde söylemlerini gördüğümüz ve Sovyet komünist yönetiminin Türkiye elçilik veya konsoloslukları tarafından irtibatlı Çerkesler vasıtasıyla dillendirildiği görülür. Ancak kaç Çerkesin döndüğü hususu tartışılabilir. Gerek Rus çarlığı döneminde, gerekse Sovyet döneminde yeniden yerleşim yerlerinde bazı Çerkeslerin bu yönetimle bir şekilde irtibatlı oldukları iddia edilebilir. Bugün de Çerkeslerin bir bölümünün nereye payanda oldukları Çerkeslerin kendi içerisinde tartışılmaktadır. Hulasa planları çerçevesinde ölmeleri arzu edildiğinde ölmeleri sağlanır, yaşamaları arzu edildiğinde yaşamaları sağlanır.Tarihi bilmeyenler ve olayları yorumlayamayanlar hep yanlış yapmaya mahkumdur.

Kuzey Kafkas sürgününde açlık ve hastalık yüzünden insanlar yok oldu. Yerleşimciler tifo, çiçek hastalığı, scurbut, su hastalığı ve diğerlerinden muzdaripti. Yerleşimcileri etkileyen salgın hastalıklar, yeniden yerleştirilenlerin %20’sine kadarını yok etti. Çoğu zaman Türkiye’ye taşınan aileden sadece 1-2 kişi hayatta kaldı. Rus konsolosuna göre Trabzon’da her gün 40 kadar Kafkas göçmeni ölüyordu.
1865-1869’da Türkiye’ye göç eden Çeçenlerin üçte biri öldü.(https://v-grozny.narod.ru/06/history.htm)

Eylül 1872’de Kafkas valisi, Kafkas Müslümanlarının Türkiye ve İran’a yerleştirilmesine ilişkin geçici kuralları onayladı; bu kurallar, dağlıların Kuzey Kafkasya’dan göçüne ciddi engeller koydu. Çarlık hükümetinin Çeçenleri Türkiye’ye yerleştirmeye yönelik büyük eylemi tamamlandı. Bu eylemin ana hedeflerine ulaşıldı. Türkiye’ye giden dağlıların topraklarına “acısız” bir şekilde el konuldu. Rus ve dağ soylularının yanı sıra Kazaklar da Çar’a sadık hizmetlerinden dolayı hediye olarak yeni topraklar aldılar. Kont Evdokimov, en iyi topraklardan 10.666 desiyatin, Prens Melikov – 8.000 desiyatin aldı. Siyasi açıdan güvenilmez nüfus yurtdışına gönderildi, bölgedeki Rusça konuşan nüfus oranı arttı ve geri dönen muhacirler zaten “yasal olarak” filtreleniyor ve güvenilmez olanların bölgeye geri dönmesine izin verilmiyordu.
Ancak Çeçen halkı için bu olaylar trajikti. Yerleşimcilerin çoğu yabancı bir ülkede zamansız öldü. Dağlıların torunları hâlâ Irak’ta, Suriye’de, Ürdün’de ve Türkiye’de yaşıyor; birçoğu uzun zamandan beri yerel halkla asimile olmuş durumda. Ancak babalarının ve büyükbabalarının vatanlarıyla ilgili efsaneler, çarlık hükümetinin zulmüne ve şiddetine bir anıt olarak o zamanki yerleşimcilerin torunlarının anısına sonsuza kadar kalacak.https://v-grozny.narod.ru/06/history.htm

Kafkasya’da yaşayanlara sürgün türleri ve koşulları belirlenirken,
1845 tarihli “Ceza ve ıslah cezaları kanunu” yürürlüğe sokuldu.

  1. Kanunla şu cezalar öngörüldü;
    I. Tüm mülkiyet haklarından yoksun bırakma ve ölüm cezası.
    II. Tüm mülk haklarından mahrum bırakılma ve ağır çalışmaya sürgün edilme
    III. Mülkün tüm haklarından mahrum bırakılması ve Sibirya’ya sürgün edilmesi; Fiziksel cezadan muaf olmayan kişiler için, kamu cezası, cellatlar tarafından on ila otuz kırbaç arasında, ancak marka empoze edilmeden ve ayrıca mülkün tüm haklarının kaybıyla Sibirya’ya yerleşmeyle bağlantılıdır.
    IV. Tüm mülk haklarının elinden alınması ve Kafkasya dışına yerleşime sürgün edilmesi.
    Bazı maddeler damgalam gibi onur kırıcı hususları içeriyordu.
  2. Cellatların kırbaçla cezalandırmasına hükmeden ceza, mahkemenin öngördüğü şekilde, suçlunun yargılandığı veya gözaltında bulunduğu şehirde veya suçu işlediği yerde, ancak her zaman alenen infaz edilir.
  3. Hüküm giymiş suçlulara damga vurulması, doğrudan onların cellatlar aracılığıyla, ayrıca alenen ve celladın eliyle kırbaçlanarak cezalandırılmalarından kaynaklanmaktadır. Hükümlü kişinin alnına ve yanaklarına K A T (yani hükümlü) harflerinin belirli bir şekilde yerleştirilmesinden oluşur. Yetmiş yaşını doldurmuş olanlar ve kadınlar marka dayatmasına tabi değildir.
  4. Ağır çalışma cezasına çarptırılmanın sonuçları şunlardır: Önceki aile haklarının ve mülkiyet haklarının kaybı ve bu işin süresinin dolması veya başka nedenlerle sona ermesi halinde Sibirya’ya sonsuza kadar yerleşmek.
    Ayrıca evlilik haklarını da kaybedeceklerdi.
  5. Aile haklarının kaybı aşağıdakilerden oluşur:
    1) Hükümlü kişinin karısının veya hükümlü kişinin kocasının, eşlerini gönüllü olarak sürgüne gönderilecekleri yere kadar takip etmeleri hariç, evlilik haklarının sona ermesi.
    Suçlunun rütbesi, eğitim derecesi cezayı katlayan neden olmaktaydı.Bu aslında eğitimli kişilerin ortadan kaldırılması ve toplum önderlerinin yok edilmesini hedefliyordu. Bu konuda ki madde şöyleydi;
    IV. Suçluluğu ve cezayı artıran durumlar hakkında
  6. Herhangi bir suç işleyen kişinin suçu ve aynı zamanda bundan dolayı verilecek cezanın miktarı aşağıdaki oranlarda artar:
    1) Suçlunun eylemlerinde ne kadar fazla niyet ve kasıtlı varsa;
    2) Durumu, rütbesi ve eğitim derecesi ne kadar yüksekse;
    (https://nnov.hse.ru/ba/law/igpr/ulonakaz1845)

Sürgün planlarının çok önceden yapıldığının kanıtı niteliğini taşıyan 1845 Ceza kanunları gelecekteki sürgünün habercisi sayılabilir. Daha sonra 1885 te yayınlanan ve arkasından gelen 1904 ceza kanunu Çeçenistanda hiç bitmeyen Çeçen mücadelesine yönelik olduğu görülür. Çeçenlerin kutlamalar bahane edilerek puştlukla 1944’te sürgün edilmesi ve soykırım hadisesi Kafkaslarda ve dünyada belkide eşi görülmemiş bir durumdur. 1864 Çerkes sürgünü koşulları ile mukayese edilmesi asla mümkün olmayan bu olayda bile Çeçenlerin dağlardaki direnişleri Sovyet KGB gizli arşivlerinde yer aldığı ifade edilir. Dolayısıyla türlü oyun ve Kundukov ve Naib Sadulla gibi teşvikçilerin sayesinde kolay bir pasifleştirme hareketi bir ölçüde Çeçenistanda gerçekleşti. Aslında bu teşviklere ihtiyatlı yaklaşan Çeçen halkı güçlenerek geri dönmeyi hedefliyordu. Bu yüzden dört, yada beş kardeşten üçü yada ikisi bir anlamda gönüllü sürgün olmuştu.
Ceza kanunları riski gördükleri kişi yada grupları hedef almaktaydı. Bu çerçevede “ Ocak 1864’ün başında çarlık hükümetine karşı bir ayaklanmaya hazırlanmakla suçlanan Kunta-Khadzhi tutuklandı ve Novogorod bölgesindeki Ustyuzhin şehrine sürgüne gönderildi.
Rus hükümeti, Çeçen göçmenlerin Rusya-Türkiye sınırından mümkün olduğu kadar uzağa yerleştirilmesi şartını koydu. Bu nedenle Çeçenler, toprakların çoğunlukla kıraç ve kayalık olduğu Gel ve Albostan sancakları Diyarbekir vilayetine yerleştirildi.”(https://v-grozny.narod.ru/06/history.htm)Rus hükümetinin, Çeçen göçmenlerin Rusya-Türkiye sınırından mümkün olduğu kadar uzağa yerleştirilmesi şartını koyması gelecek bakımından kendileri için bir tehdit niteliği taşıdığı anlamı çıkmakla birlikte göç edenlerin sayısal azlığı bile endişelenmelerine engel olmadığı görülür.

Esasen Kuzey batı Kafkaslarda hiçbir zaman tam anlamıyla bir birlik olmadı. Dağıstan bölgesinde de öyle. Dağıstan Şamhallarının ve bazı Çerkes prenslerinin Ruslarla ittifakı tarihen sabittir. Rusların bazı Çerkes Kabardey prenslerine verdikleri payeler, rütbeler, toprak ve maaş avantajları onların ihanet çemberinin birer parçası olmalarını sağladı. Tarihsel kayıtlar o dönemde Çerkeslerin kendi aralarında bir tarafın Rus Kazak desteği alarak şiddetli savaşlar yaptıklarını da gösteriyor. Ubıh ve Şapsığların diğerlerini ihanet etmekle suçlamasının nedenlerini sorgulamak gerekir. İmam Mansura kısmen Çerkesler tarafından destek verilmesi, önder olarak kabul edilmesi ile birlikte hareket edebilme imkanı sağlanmış görülmektedir. Ancak son Anapa savaşında yalnız bırakılan İmam Mansur yaralanarak esir düşmüştür.
1860 yılında İstanbul’da İskan Yüksek Komisyonu ( Muhacirin Komisyun’ali ) kuruldu. Ticaret Bakanlığı’nın yetkisi altındaydı ve Temmuz 1861’den itibaren bağımsız bir statüye, bir kadroya ve bir bütçeye kavuştu. Komisyon, dağlıların yeniden yerleştirilmesinden ve onlara maddi yardım sağlanmasından sorumluydu. (Çerkes Muhacirler )1864 sürgünü olarak tarihe geçen Çerkeslerin soykırım ve sürgün olarak nitelendirdiği bu olayın tarihi dikkat edilirse 1864 yılıdır. Sürgün hadisesine daha 4 yıl vardır ve Osmanlı devleti daha 1860 yılında İstanbul’da İskan Yüksek Komisyonu ( Muhacirin Komisyun’ali ) kurmuştur.. Ticaret Bakanlığı’nın yetkisi altındaydı ve Temmuz 1861’den itibaren bağımsız bir statüye, bir kadroya ve bir bütçeye kavuşmuş ve Komisyon, dağlıların yeniden yerleştirilmesinden ve onlara maddi yardım sağlanmasından sorumlu olan bir yapıyı oluşturmuştur. Bu olayın önceden Rus ve Osmanlı arasında müzakere edildiği sonucunu doğurur. Oldukça önemli, altı çizilecek bir hususu belirttiğimizin farkındayız.
1863 yılında, Osmanlı Padişahı’nın sarayındaki Rusya Maslahatgüzarı E. P. Novikov, Kafkas Ordusu Ana Kurmay Başkanı Korgeneral A. P. Kartsov’a, Babıali’nin bir takım taleplerde bulunduğunu yazdı. İnsanları küçük gruplar halinde göndermek ve yılda en fazla 5.000 aileyi yeniden yerleştirmek için dağlıların yeniden yerleşimine Mayıs 1864’ten önce başlamayın[15].
Resmi olarak tahliyeler, Kafkas Komitesi’nin 10 Mayıs 1862 tarihli ” Dağlıların iskânına ilişkin ” kararının yayınlanmasından sonra başlamış ve aynı zamanda dağlıların Türkiye’ye yeniden yerleştirilmesi konusunda bir Komisyon oluşturulmuştur [16 ] Çerkes Muhacirler
Her ne kadar bir takım planlamalar yapılmış ise de göçmen sayısının boyutunun hesaplanmadığı intikallerle ilgili olarak fiiliyatta gelişen trajedinin öngörülmediği anlaşılmakatadır.
1867’de Kafkas Büyük Dükü Mihail Nikolayeviç’in genel naibi Kuban bölgesini ziyaret ederek “dağlılara Türkiye’ye yeniden yerleşmelerinin tamamen durdurulması gerektiğini kişisel olarak duyurdu” [19]. Çerkes Muhacirler
Bunun nedeni yeterli tarımsal insan gücüne duyulan ihtiyaç olarak açıklanmaktadır. Göçle ilgili bu konuda Abgust Heppiytsik yazısında şunlara yer veriyor; ”Rus hükümeti Çerkesleri Kuban’a taşınmakla Osmanlı İmparatorluğu’na taşınmak arasında seçim yapmaya zorladığında, dörtte biri Kuban’a, dörtte üçü Osmanlı İmparatorluğu’na taşınmaya karar verirken Şapsığlar ve Ubıhların neredeyse tamamı Türkiye’ye gitti. ve Abadzekh’ler ve Bzhedug’lar – yarıdan fazlası[22]. Kabardeylerin önemli bir kısmı Türkiye’ye gitti.”Çerkes Muhacirler
Yer değiştirmenin görgü tanığı A. Fonville şunları ifade ediyor:
“Çerkesler Türkiye’ye gitmek için o kadar acele ediyorlardı, Türkler o kadar açgözlü ve bencildiler ki, gemiler genellikle ağzına kadar doluydu. Normalde 50-60 kişinin bulunduğu alanı 300-400 kişi dolduruyordu. Geri dönen Türk denizciler bize yaşanan korkunç manzaranın ayrıntılarını anlattılar. Yerleşimcileri taşıyan birkaç gemi battı; Yolcuların diğer yarısında ise yolda ölenler denize atıldı…” [29]
Samir Khamidovich Khotko. Çerkeslerin tarihi üzerine yazılar: etnogenez, antik çağ, Orta Çağ, modern zamanlar, modernlik . – St. Petersburg Üniversitesi Yayınevi, 2001. – S. 300. – 440 s. — ISBN 9785288029769 . 25 Temmuz 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi .
Bu bilgi şayet doğru ise vahim tablo aç gözlü insan eliyle gerçekleşmişti. Belkide Rusların ele geçirdiği topraklara kazakları yerleştirmesi Çerkeslerin Osmanlı devletine taşınması tercihini öncelemiş ve Türkiye’ye gitme acelesi feraha erme amacı taşıyor olabilir.
Tarihsel olarak Rus-Çerkes ilişkilerine bakıldığında 5. ve 6. yüzyıllar arasında Bizans etkisiyle Hristiyanlaşan Çerkesler, Müslüman komşularından korunmak için Ruslarla iyi ilişkiler sürdürmek istemişlerdir.[36] 1557’de Doğu Çerkesya’dan Temruk Idar, Rus Çarı İvan ile ittifak kurdu ve olası düşmanlara karşı bir savunma kurdu.[37] Çerkesler bu dönemde Hristiyandı ve İslamiyet yayılmaya başlamamıştı.[38] 1561’de İvan, Temruk’un kızı Goşenay ile evlendi ve ona Mariya adını verdi.[39] Temruk, Rusya ile ittifakı nedeniyle daha sonradan bazı Çerkesler tarafından eleştirildi.[39][40]
1578’de Müslüman komşularla kurulan ilişkiler neticesinde Doğu Çerkesya’da İslam yayılmaya başladı. Ardından Hatukay, Jane, Bolakay ve Besleney Çerkesleri Müslüman oldu.[41] Ancak Batı Çerkesya’da İslam 1700’lere kadar zayıftı. Daha sonra mutasavvıf ve imamların gayretleriyle hızla yayılmaya başladı.[41] Buna rağmen Çerkes halkı arasında hâlâ Paganlar ve Hristiyanlar vardı. Çerkeslerin İslam’ı kabul etmesi ve daha Osmanlı yanlısı bir politika benimsemesiyle Rusya Çerkeslere karşı agresif bir tavır takınmaya başladı.[42] Çerkes-Rus saldırmazlık dönemi, 13 Mayıs 1711’de Çar I. Petro’nun Astrahan Valisi Araksin’e Çerkesya’yı yağmalaması ve “cezalandırması” emrini vermesiyle sona erdi. Araksin 26 Ağustos 1711’de 30.000 adamıyla Çerkeslerin topraklarına girdi ve Kopyl kasabasını (şimdi Slavianski) ele geçirdi. Oradan Karadeniz’e doğru ilerleyerek Kuban’daki limanları ele geçirdi ve onları yağmaladı. Ardından, köyleri yağmalayarak Kuban Nehri boyunca ilerledi.[43] Rusya, 1711’den 1763’e kadar olan süreçte Çerkesya’ya karşı bu tür savaşları sürdürdü, ancak bu tür operasyonlar Çerkesya’yı ilhak etmek için değildi. Amaç, artık bir Osmanlı müttefiki olarak algıladıkları Çerkesya’yı zayıflatmaktı.
Rus-Çerkes Savaşı’nın başlangıç tarihi tarihçiler arasında tartışma konusu olmuştur.[47] Genel görüş küçük çaplı çatışmalar 1711’den beri devam etse de organize savaşın Rusya’nın Çerkes topraklarında tahkimatlar kurduğu 1763’ten sonra gerçekleştiğidir.[48][49] Rus tarihçiliğinde yaygın olan bir diğer görüş ise, gerçek savaşın 1817’de Aleksey Yermolov’un gelişiyle başladığı ve ondan önce sadece çatışmalar olduğu yönündedir.[48][50]
1739 Belgrad Antlaşması gereğince Doğu Çerkesya’daki Kabardey bölgesi, Osmanlı ve Rus etki alanları arasında tarafsız bölgeler olarak kabul edildi. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması sonucu ise Osmanlı İmparatorluğu Kabardey bölgesinin Rus etki alanında olduğunu tanıdı.[44]
Rus-Çerkes Savaşı
Aslında böyle bir anlaşmanın varlığından, yapıldığından haberi olmayan Çerkes dağlıları için bu o kadar anlamsız bir anlaşmadır ki, iki büyük devletin çekiştiği bir alan olarak tarihte yerini alıyor. Özgür bir yaşamı seçen insanlar, birilerinin arasında pazarlık konusu oluyor. O insanların ise hayatta kalma mücadelesi ve onurlu bir şekilde yaşama arzusundan başka düşünceleri yok. Ne var ki güç mücadelelerinin ortasında, ölüm ve kalım ince çizgisinde dünya dönmeye devam ediyor.
Sonuç olarak; Çerkeslerin çeşitli saiklerle büyük oranda Osmanlı devletine taşınmaya istekli oldukları görgü tanıklarının anlatımlarında da kendini göstermektedir. Ancak bu Çarlık Rus devletinin kampanyasının sonucudur ve ölümlerden sorumludur. Musa Kundukov ve arşivlerde Rus ajanı olarak geçtiği ileri sürülen Naib Sadulla’nın telkinleri ile Rus kampanyasından belli ölçüde etkilendikleri ve sürgün olarak bir bölüm Çeçen’in taşınmaya razı olduğu görülmekte, ancak bu taşınmada üçte bir oranında zayiat verdikleri anlaşılmaktadır. Çerkeslerin tamamı deniz yoluyla göç etmemiştir. Zaten bir bölüm Çerkes Çeçen bölgesine sığınmış bulunuyordu ve karadan göç sırasında Çerkeslerin bir bölümü Çeçenlerle birlikte Osmanlı devletine sürgün olmuştur. Orantısı farklı olmakla birlikte sonuç olarak Kuzey batı kafkas ve Kuzey doğu Kafkas bir sürgünü yaşamıştır. Dolayısıyla Çerkes sürgünü ve soykırımı olarak bir bölgeye yani Kuzey batı Kafkasya’ya indirgenmesi tarihsel bir hata olduğu gibi aynı zamanda geleceğe dönük de o bir hatadır. Hataların tekrarı her şeyin aynı kalmasını sağlar. Bunun adının ise Kuzey Kafkas sürgünü olarak tanımlanması konusu tartışılmalıdır.Sadece her yıl anma merasimleri tertipten ziyade uluslararası mahkemelerde tarihi bütünlük içerisinde soykırım olarak tanınmasının yolları aranmalıdır. Çerkeslerin kendi geçmişlerini savunmaları geçen yüzyıllarda sağlanamayan birliğin tesisi için önemşidir. Ancak Kaffed vs. tartışmaları sonu gelmez bir birliktesizliğe mi işaret ediyor? Bitirirken şu tespiti yapmak durumundayız; Kafkaslarda ki Çeçen varlığı Çerkes halklarının birlikteliği ve güveni adına ehemmiyet arz eder. Ancak Diasporada en çok biz öldük ağıtları ile her bir yılı deviren jenerasyonun hangi amaçları gerçekleştidikleri tartışılmalıdır. Bu jenerasyonun da bitmesi halinde ne karadenizde ölenleri, ne de bu jenerasyonun söylemlerini kimse umursamayacak. Tıpkı diaspora Çeçenlerinde olduğu gibi.

Hami Özdil
Mayıs 2024