Rüzgarla Yarışan Üzerine
Rüzgarla Yarışan
Diasporadan Çeçen Hikayeleri.
Ankara Çeçen Derneği Başkanı kıymetli Atila Doğan’ın kitabı bu.
Hemen söyliyeyim ki, çok beğendim.
Yazarını kutluyorum.
Ve, devamını diliyorum.
*
Kitabın başında şöyle söyleniyor: “… bu insanlar dillerine, örflerine, adetlerine yabancı, çok zor bir coğrafyada, devletin zayıfladığı ve herkesin kendi kurallarını koyduğu bir dönemde, yaşama savaşı verdiler…/… Amacımız, Çeçen insanının duruşunu, karakterini, bakış açısını, kimi geleneklerini satır aralarında vermek, muhacerette olsalar da kimliklerine sahip çıktıklarını, oldukları gibi yaşadıklarını dile getirmektir. Diğer yandan da bu öyküler sayesinde terk etmek zorunda kaldıkları vatanları ile kayıp ruhları arasında bir bağ kurabilmektir./ Öyküler aşkla, tutkuyla değil, yürek burkan bir sızıyla ve hüzünle kaleme alınmıştır… yalnızca hakikat içerir./ Bu sadece geçmişe bir tazim ve unutulmuşlara yazılmış bir mezar taşıdır.” s. 7
Tam da söylendiği gibi yapılmış, öyle yazılmış: Sızı ve hüzün kitabın neredeyse her satırına sinmiş!
*
Aslında henüz tam yazılmamış olan Çeçen tarihi acılarla dolu.
Anavatanda da böyle diasporada da.
Çeçen hikayelerinin o acılardan izler taşıyor olması da çok doğal bir durum.
Doğan’ın bu kitabında da o acılardan yansımalar var!
Bence, okunması da, yazarının ifadesindeki gibi, aynı şekilde, “yürek burkan bir sızıyla” oluyor!
Benim için öyle oldu, öyle bir sızıyla okudum!
Okuduklarımda, bir kısmını dinlediğim, bir kısmını bizzat gördüğüm yaşamlardan yansımalar buldum, bazı hikaye kahramanları çok tanıdık geldi, yani, bence, anlatılanlar tam olarak ve tamamen “bizim” hikayelerimizdi!
Hem de çok güzel bir uslupla anlatılan!
Bir çırpıda okudum!
Yazarına imrendim!
*
Benim bildiğim kadarıyla diasporadaki Çeçen yaşamından ilk hikayeyi Harunhan Remzi Öztürk Diasporada Kafkas Hikayeleri adlı kitabında anlatmıştı, bu konuda bir öncü olarak. Öztürk’ün kitabında genelde kitaba konu olan Kafkas hikayelerinin arasında bir bölüm olarak diaspora Çeçen yaşamına da değinilmişti.
Bu kitap ise tamamen diasporada Çeçen yaşamını konu edinen Çeçen hikayelerini içeriyor ve bu anlamda konusunda tam bir öncü.
Hem de çok güzel yazılmış.
Yazarına tebrikler.
*
Daha önce yazarın Hacı Ziyabi Doğan adlı yazısını okuduğumda, anlatılan ne romanesk bir yaşam, romanı yazılası, fimi yapılası bir yaşam, diye düşünmüştüm.
Yazar, bu kitapta, anlaşılan, “Hoca, Bir Rüyanın Peşinde” adıyla, bu yaşamın bir kısmının hikayesini yazmış, çok da iyi yapmış. s. 49-63
Umarım burada bırakmaz, bir bütün olarak devamını da içerecek şekilde o yaşamın romanını da yazar ve dilerim filmi de yapılır!
*
Bir yerde, Garip adlı hikayede, “Melek… O gün karar vermişti. Nerede bir Çeçen hatta Çerkes görse kaçacaktı. Bu yaralı ve Araf’ta kalmış toplumun beklentilerini karşılayamaz olmuştu”, s. 21, denmiş.
Bence, çok derin bir yaraya parmak basılmış!
Yani, sanki, ne seninle ne sensiz, gibi!
Ve, yine bence, keşke, bu konu, öyle kısaca değinilip geçiştirilmeseydi, zira, bence, bu konu çeşitli yönleriyle uzun uzadıya anlatılmaya layık, çok yürek burkan bir konu!
Umarım, bu konu başka eserlerde derinlemesine işlenir ve travmaların nerelere kadar ulaşabildiği ortaya serilir!
Anadilini konuşan birini duymanın sevinci!
Özlemler!
Eksiklikler!
Eksik hissetmeler!
Eksik kalmalar!
Potansiyelin ortaya konamaması!
*
Kitapta anlatılan türden dayanışma örnekleri elbette gerçek yaşamda da var ve bunlar göz yaşartacak ölçüde sevindirici haller de!
Ya her türden aksi durumlar!
Ya yoksunluklar!
Ya kuşaklar boyu süregelen diğer yoğun acılar!
Ve hatta, gelecekte acıları azaltmanın yol ve yöntemleri!
Bunları kim, ne zaman anlatacak!
Dilerim, bu eser geç kalmış bir başlangıç olur ve yaşanan acılar diğer yönleriyle de yazılıp anlatılır!
Hatta, diğer güzellikler ve sevinçler de!
Ve, özellikle, olumsuzluklar ve özeleştiri de!
*
Ama, acaba anlatılır mı?
Bir süre sonra anlatılacak bir şey kalır mı?
Eskiden, mesela,
.kadınlar için, Yahxa, Toita, Nai, Taşu, Deşi, Deti, Çata, Bazag, Semilt, Tahxla, Hxacxa, gibi,
.erkekler için de, Vahxi, Visita, Elbruz Dukx, Aadi, Alsbeg, Dabu, Çöçi, Pişto, Kido, Mido, Albi, Muspi, gibi,
isimlerimiz vardı.
Hepsi kayboldu!
Başka pek çok şey de.
Şimdi kaybolma sırası dilde değil mi?
Ve, o da kaybolursa diasporada anlatacak bir şey kalır mı, acaba?
*
23.04.2022
Cuma BAYAZIT