Daha önce okuduğum Abuzar Aydemirov’un Çeçence’den Ali Bolat tarafından tercüme edilen Uzun Geceler adlı kitabını, General Musa Kundukhov’un Anıları’nı okuduktan sonra, bir kez daha okudum.
Kundukhov ile Aydemirov bu iki kitapta esas olarak aynı konuyu ele alıyorlar: 1865 Çeçen göçünü.
Kundukhov anılarında çok genel anlamda kendisinin organize ettiğini belirterek sözkonusu göçün organize edilişini kendi açısından anlatırken, Aydemirov Uzun Geceler’de, Kundukhov’un hiç değinmediği bu göçün ayrıntılarını göçenler açısından ele alıp, 1860’lı yıllarda Çeçenlerin göçe hangi koşullarda ne şekilde karar verdiklerini ve geldikleri yerde ne ile karşılaştıklarını epeyce ayrıntılı olarak anlatıyor ve geçmişe yapılan atıflarla birlikte göç öncesi dönemde Çeçenistan’da mevcut olan toplumsal yaşamın genelde nasıl olduğuna da değinerek, göç edilen Türkiye topraklarında Ekim 1865’e kadar olan dört aylık dönemdeki yaşamlarından kesitler aktarıyor.
*
Uzun Geceler bir roman, ve dolayısıyla, elbette kurgusal.
Ama romandan daha çok sanki bir tarih!
Yani tarihi bir roman.
Ancak, bazı bölümleri kurgusal bir roman olmaktan daha çok, sanki gerçek mi gerçek bir tarih; hatta 1860’lı yılların Çeçen tarihi dense yeri, gibi!
*
Kitapta bazı tekrarlar, çelişkili ifadeler, tartışılacak görüşler, kabul edilemeyecek anlatımlar ve abartmalar var; tercümesinde de bazı sözcük ve yazım sorunları.
Ama, bütün bunlara ve her şeye rağmen, bence, kitap olağanüstü emek ürünü bir çalışma ve çok güzel.
Tercümesi de öyle.
Yazarına ve tercümanına teşekkürler.
*
Kitap, ayrıca, bilgilendiriyor da.
Bence, kitap Savaş ve Barış’tan, yazarı da Tolstoy’dan çok daha iyi!
*
Kitapta Çeçenlerin yaşadığı zorluklar yürek dağlayıcı bir şekilde anlatılmış.
Bir ölçüde abartı varsa da dönemin tablosu iyi bir şekilde canlandırılmış, gibi.
Anlatılanlar gözyaşı dökmeden okunamayacak nitelikte.
Bolca,
Ruslar ile işbirlikçilerinin zulmü ve baskılardan başka yoksulluk,
Gelinen yerde de hayal kırıklığı ve açlık ve her gün açlıktan yüzlerce ölüm.
*
Kitapta Kundukhov epeyce önemli bir karakter olarak yer almış, anlatılanların bir kısmı Kundukhov’un anılarındaki anlatımıyla örtüştüğü halde bazı yönlerden de farklı anlatım var, bu kitapta temelde Kundukhov Çeçenleri kandıran biri olarak resmedilmiş.
*
Kitapta, esas olarak, çeşitli bölümlerde, Rusların Çeçenleri Rusya içlerine sürgün etmeyi kararlaştırdıkları, Kundukhov’un Melikov ile konuşmasında, Çeçenlerin kendi rızalarıyla Türkiye’ye göçmelerini sağlamak gerektiğini, bunun da, satın alınacak insanlar vasıtasıyla başarılabileceğini, Türk Sultanının Çeçenleri çağırdığı ve onlara çok güzel yerleşim yerler hazırlandığı konusunda Tiftis’te kendilerince hazırlanacak bildirilerin de dağıtılarak satın alınan adamlar vasıtasıyla Çeçenler arasında burada Hıristiyanlar arasında yaşamlarının çok zor, Türkiye’de dindaşlarının arasında çok güzel olacağı şeklinde propagandalar yaptırılması gerektiğini, Çeçenlerin kendisine güvendiğini, bu işi kendisinin başarabileceğini, söylediği, ve bu söylenenlerin aynen gerçekleştirildiği, ve ayrıca, Kundukhov’un tam aksini ifade etmesine karşın, Rusya’nın İstanbul’daki elçisinin bu göç ile ilgili işleri kolaylaştırdığı, anlatılıyor. (s. 34-36, 108, 112, 131-135, 141-151, 157, 159)
*
Çok temel bir nokta olan Kundukhov’un göç etmek istemesinin gerçek nedeni de kitaptaki kurguda şöyle ifade ediliyor: “Kundukhov… Çeçenlerin göç ettirilmesi konusunu Loris Melikov’la görüşürken bu işle Rusya’nın yararına ve Çeçenlere acıdığı için uğraştığını söyledi. Bunun doğru olmadığını akıl ve izan sahibi herkes biliyordu. Kundukhov Rusya’da başlayan sosyal hareketlenmeleri ve değişimleri de iyi gözlüyordu. Kafkas savaşı bitmiş, Rusya buralarda artık iyice tutunmuştu. Bu durumda Oset soylusunun durumu ordudaki eski itibarı devam eder miydi acaba? Hayır! Çar yönetimi ihtiyaç kalmadığı zaman Gürcü asillerini de Abxaz liderlerini de bir kenara itmişti. Kundukhov aynı şekilde kendisinin de bir kenara atılacağından korkuyordu. Her ne kadar zeki ve yetenekli bir general olsa da gelecek için umudu azalmıştı. Ayrıca Rusya’da sınır bölgelerindeki köylüler yerlerinden çıkarılmıştı. Şimdi şu anda güney Kafkasya’da bu oluyor. Yakında bu yasalar Kafkas dağlarında da uygulanacaktı. Elinin altında kölesi olmayan nasıl bey olabilirdi ki? Üstelik de çalışacak adamı olmadıktan sonra iki üç bin desyatin toprağı ne yapacaktı? Belki de devletin özgürlük verdiği işçiler ve köylüler, ellerinden her şeyi alabilirlerdi. Böyle olayların olduğu yer ve zamanlar olmuştu. Bütün bunları anlayan Kuban’daki feodaller ve beyler, sahibi oldukları köylüleriyle birlikte Türkiye’ye göç etmişti. Fakat Kundukhov böyle kaçar gibi gitmek istemiyordu. Kim bilir orada durumlar düşündüğü gibi olmazsa geri dönmek gerekebilirdi. Bu yüzden Rus devleti ile iyi ilişkiler içinde ayrılmalı, ayrıca da toprağını malını mülkünü iyi bir fiyata devlete devretmeliydi./ Kendi mülkiyetindeki köyün halkıyla gitmeyi düşünmüyordu. O bir askerdi. Köylüler ise toprakla uğraşmaktan başka iş bilmezlerdi. Türkiye’de onları çalıştıracağı toprağı olmayabilirdi. O toprakla uğraşan çiftçiler yerine Çeçenlerin Rus devletinden ziyadesiyle nefret eden, savaş alanlarında pişmiş bin kadar savaşçısı ile Osmanlı ordusuna geçerse istediği her şeyi elde edebilirdi. Çeçenlerin bir iki alayı ile orda ünleneceğini düşünüyordu. Kim bilir kendisi ile gelenler birkaç bine ulaşabilirdi. Birkaç bin kişilik süvari birliği ne kadar muhteşem olurdu. O böyle bir birliği dünyanın hiçbir ordusu ile değişmezdi. Böyle bir askerle Anadolu’da, Balkanlar’da ne işler başarırdı. Hele Osmanlı bir savaş başlatsa Mezopotamya, Mısır, Arabistan’dan geçer giderdi. Sonra Rusya ile bir savaş olsa Çeçenistan’ı, Kafkasları, Rus ordusunu ve stratejilerini iyi bilen general ne kadar işe yarardı./…/ Şu son bir yıldır Musa bunları çok düşünmüştü” 133, 134
Bu kurgusal anlatım, aynı konuya ilişkin Kundukhov’un anılarındaki anlatımdan çok daha tutarlı değil mi?
*
Kitapta, bence, açıkça yanlış anlatılan bir konu var: O da, gelen Çeçenlerin tamamının geri dönmek istediği ve çıkan çatışmada Osmanlı ordusunca top atışına tabi tutulup bir çoğunun öldürüldüğü.
Daha önce gelip Sivas’a yerleştirilenlerden 1865 yılında geri dönmek isteyen 103 aile örneğinde olduğu gibi, gelen Çeçenlerden bir kısmının bu konuya ilişkin anlatımdakine benzer durumlarla karşılaştığı tarihi bir gerçek olmakla birlikte gelenlerin tamamının bu şekilde bir muamele ile karşılaştıkları bence doğru değil.
Bu anlatım Sovyetik bir bakış açısının ürünü mü, acaba?
Benzer bir anlatım bir Abhaz eseri olan Son Ubıh’ta da var.
Kitapta 1865 yılında fiilen göç eden Çeçen aile sayısı 5.000 olarak belirtiliyor, ki, bence bu da doğru değil.
Çeşitli kaynaklardan anlaşıldığına göre, o dönemde toplam 5.000 ailenin göç etmesi öngörülmüşse de, bu sayıya ulaşılamadığından olmalı, fiilen göç eden aile sayısı 3.000 aile ile sınırlı kalmış, gibi.
*
Diğer taraftan, 1865 yılında göç eden Çeçen sayısı 23.000 olarak verilmiş.
Bu konuda farklı rakamlar ifade edilmekle birlikte, bence bu rakam gerçeğe yakın bir rakam olmalı!
*
Bunların dışında, kitapta, ayrıca, çeşitli konular var
23.03.2022 Cuma Bayazıt